Sevgili annem uydu alıcımı bozduğundan beri televizyon için ayırdığım vakit azaldı, birkaç kez arıza veren üstün teknoloji aletini temizlemeye kalkınca bir daha göstermemeye başladı, aldığım bayii ye götürdüm bakalım ne zaman gelecek.
Ben de bu arada yeni icatlar peşindeyim e boş duranı Allah sevmez. Odam da neredeyse benimle yaşıt bir kütüphanemiz var, vefalı dostumuz bizi nereye gidersek takip eder, Gaziosmanpaşa, K.Esat,S.Bağları,Dikmen, Birlik ve son olarak Batıkent gezici kütüphanesi olarak kendini tescil ettirdi. Kendi kütüphanem diye söylemiyorum çok çok da sağlamdır o kadar taşınmaya rağmen kütür kütür hala, eski yapılar gerçekten de yere sağlam basıyor. Üzüldüğüm nokta ise son taşınmamızda bir parçasını bilmeyerek dışarı atmam oldu, o parçası son gördüğümde bir inşaat işçisinin elinde gidiyordu, attığım parçanın bir başkasının işi için kaynak olmasına sevinmiştim, ertesi gün ise annem, "Bu kütüphanenin yanı nerede?" dediğinde ise artık çok geçti. Öğrendiğime göre bizim vefalı dostumuzun parçası inşaat'da bir basamak olmuş, onu yarım bıraktığım için kendisinden özür diliyorum, bir daha ki sefere daha dikkatli olacağımı da huzurunuzda belirtiyorum.
Neyse efendim, can sıkıntısından elime gitarımı alıp unuttuğum parçaları tekrar hatırlamaya çalışırken gözüm emektar kütüphanemizin pek sık ziyaret etmediğim bir gözüne takıldı daha çok rafları ile göz göze geldiğim için o an içimde bir keşif arzusu doğdu ve gitarı bırakarak hedefime yöneldim. Kapağı açtım, üst üste dizilmiş onlarca kitap beni karşıladı. Kardeşim ile ortak kullandığımız kütüphanemiz de yer kalmayınca diğer kitapları kardeşim burada karanlıkta bırakmış tabii zorunlu olarak. Başladım hepsini teker teker çıkarmaya, bu arada meraklı kedim Gizem de kafasını hatta tümüyle kendisini de bu işi sokunca yeni keşfim çok daha eğlenceli hale geldi.
Daha çok popüler kitaplar, çok satanlar, tarih kitapları, birkaç ders kitabı, Cumhuriyet gazetesi'nin Atatürk kitapları (ki şu an bunlardan birini okumaktayım) ve M.E.B Türk Klasikleri'nden Sergüzeşt ve Ahmet Haşim'in üç eserini barındıran bir kitap.
Okumak istediklerimi ayırdım, ilk önce Sergüzeşt ile başladım, Türk İnkilabı'nın batı tarzı bu ilk romanı oldukça sürükleyiciydi yayın yılı 1889. Daha sonra ise Ahmet Haşim ile tanışma vaktim gelmişti.
Türk Klasikleri
Üç Eser
Bize Göre
Gurabâhâne-i Laklakan *
Frankfurt Seyahatnamesi
Ahmet Haşim
KDV Dahil Fiyatı 1890 TL (1750+140 Lira)
Baskı Yılı 1998
5000 adet
Kitabın kapağını açıp içinde cümlelere dönüşen harf dizelerini takip etmeye başladığımda saklı bir hazinenin kapağını açtığımı anlamıştım ve bu hazine oldukça değerliydi. Gerçi kitap 5.000 adet basıldığına göre an az 4.999 adet ortağım olmalıydı ama olsun, paylaşmayı severim zaten bu yazıyı da sizler için yazıyorum. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi, yatağımın yanı başında yıllarca gün ışığına çıkmayı bekleyen bu hazineyi daha önce neden keşfediğime şaştım kaldım zira çevirdiğim her sayfasında gözlerim kamaşıyordu.
İşte bakın Ahmet Haşim'in hazineleri neler diyor?
"Ne yazık ki vücudun çökmesi zekanın olgunluk zamanına tesadüf eder. Manasız çocukluk, tatsız gençlik, olgunluk çapına hazırlanmaktan başka nedir? Zeka-nar,ayva ve portakal gibi geç renk ve koku kazanan bir sonbahar mahsulüdür. en az kırk sene güneşte pişmeden bu asil meyve ballanmıyor. Dünyayı idare eden, ilim ,fen, san'at ve edebiyat cereyanlarını idare eden, şakakları beyazlanmış kafalardır.
Ne olacağı meçhul yeni doğmuşlara yer açmak için her sene, bilhassa baharda, kır saçlara attığı tırpan, kim bilir, tabiata karşı insan zaferini ne kadar geciktirmektedir!"
"Aşk yabani bir hayvandır. Kanunlar dışında isyan ve ihtilal dağlarında yaşar. ancak gece, karanlıklar basınca, gizli yollardan şehre girer ve bahçelerin tarhını, ağaçlı caddelerin kanapelerini alt üst eder.
Aşk değişmeyince ölür"
"Aşık, yüz bulamayan adamdır"
"Karanlık, ölümün bir parçasıdır. Büyük dinlenme, bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşamamaktan başka nedir?"
"Saat'den kastımız, zamanı ölçen alet değil, bizzat zamandır. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz"
"Varlıkların sükutuna aldanmamalı! Muztaripler yalnız muztaribim diye bağırabilenler değillerdir."
"Sevmeyi bilmeyen, ölmeyi bilmez"
"Derler ki insan vücudu tanrıların mezarıdır. Yani, ne kadar güzel ve ölçülü olursa olsun, insan uzviyeti "fikir" in rahatlığını, ahenk ve nizamını tamamen tespite muktedir olamayacak kadar sinirlerin ve adalelerin elinde bir oyuncaktır"
"Gelişmiş bir dimağ'ın (beynin) tamamlayıcısı artık zengin bir ifadedir."
"Rakipsiz bir mücadelede "zeka"nın yapacak bir işi olmadığı için, talih kendini teslim ederken, akıllıları budalalardan ayırmadı. Serveti bu gibi aşağılık ellere bu kadar kolayca boyun eğmiş görenler, cüzzamlı olmaktan, sakat olmaktan utanır gibi, fakir olmaktan da utanmaya başladılar. İşte bu suretle parasız görünmek utancı, dünya sahasında namus utancını mağlup etti"
"Süleymaniye'nin taşlarını ölçen pergeli, düştüğü yerden kaldırıp kullanacak artık hiç bir insan eli yoktur. Gözleri kör olanlar nasıl ışığı göremez, kötürüm olanlar nasıl yürüyemez, dilleri tutulanlar nasıl konuşamazlarsa, taşların havadaki nizam ve ahenginden hasıl olan güzelliği anlamayı veya meydana getirmeyi de biz şimdi bilmiyoruz"
"Bir çok dahilerin, çetin ve karanlık bir hayattan sonra, ancak öldükten ve hayatlarının maddi izleri silindikten sonra halk tarafından keşfedilmiş olmalarında benim için artık şaşılacak bir şey yoktur. Hayat ve vücudun maniası, karanlık bir duvar gibi yıkıldıktan sonradır ki, ruhun beyaz ışıkları semalara vurabiliyor"
"Paradan fazla saadet beklememeye alışmak için insan, zenginlerin civarında bir müddet bulunmalıdır. Onların yakınında geçirilecek bir mevsim, bütün adi hırsları öldürmeye yeter."
"Gece her çeşit kuruntuların kafatasımızın kovuklarından çıkıp, hakikat çehreleri takınarak, sürü sürü ortaya dağıldıkları, yeri ve göğü tuttukları saattir. Uyku geceye bir panzehir gibi teshir etmese, insan karanlıklar içinde duyacağı ve göreceği şeylerle kolayca aklını oynatabilir."
Kitaptan ilk altını çizdiğim bölümler bunlar oldu, son olarak ise en beğendiğim seyahat yazısını ve harikulade olan "Merdiven" şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum.
İÇ SIKINTISI
Sekiz saattir şimendiferdeyim.
Tren boş ve neşesiz.
İçim sıkılıyor.
Yolun iki tarafında memleketler, kıt’alar akıp gidiyor, fakat göz için yeni hiçbir şey yok. Beş dakikada bir pencere değiştiriyorum: Aynı ağaçlar, aynı yollar, aynı dereler, uzun bir baş ağrısı gibi yolun iki tarafında tekrarlanıp duruyor.
Rabbim! Şu manzara dedikleri ne müz’iç bir şeymiş!
Elimde büyük bir şairin harikulâde kitabı var. Trenin anlatılmaz can sıkıntısını gidermek için kitabın büyülü nesrini mi okumalı, yoksa şu pencerelerin dışında binbir renkle kaynaşan fakat bir türlü değişmesini bilmeyen hayatın dümdüz şeridini mi seyretmekte devam etmeli?
İşte halledilecek küçük bir mesele:
Gerçi hayat, kitaba sığmayacak kadar geniştir; fakat tekerrrürlerle doludur. Kitap, tabiatta en büyük olan şeyin yani insanın en güzel balını taşımak itibariyle tabiatın genişliğini haiz olmaya muhtaç olmaksızın ona üstündür. Tabiatta insanın en büyük şey olduğuna şüphe etmemeli. Zira en karanlık bir Afrika’nın en kuzgunî bir vahşisi bile, en âkil bir fil, en müdebbir bir karınca ve en kâmil bir baubap ağacına zekâca bir milyon kere faiktir.
İnsan zekâsı, tabiatın içinde değil; tabiatın yanında, ayrı bir kuvvettir. Tabiatı beğenmediği için değil midir ki insan zekâsı; şiiri, mimariyi, musikiyi, raksı ve onların yanında, büyük küçük şu bir sürü hayat san’atlarını yaratmıştır? Hayatımıza tat veren derin zevklerin hakiki yaratıcısı olan insan zekâsının halis bir mahsulü olduğu için kitap, tabiattan büsbütün ayrı, ondan daha lezzetli ve ondan daha dinlendiricidir.
Kitabımı okuyorum.
(Frankfurt Seyahatnamesi - Gezi Notları)
ve o muhteşem şiir
MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…
Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafî dir ki rûha dolmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…
* Gurabâhâne-i Laklakan (Leylekler Bakımevi)
** Lisan-ı Hafi - Saklı dil