29 Şubat 2012 Çarşamba

Kassandra Damgası



Sonunda oldu 4*4'lük eğitim sistemimiz bunu da gördü, Dumlupınar İlköğretim Okulu Müdürü Mustafa Aydın " Tıp ilerledi, emniyette suçluların kanını alıp gen haritası çıkarsınlar. Çocuk doğduktan sonra analizi yapılsın. Vatana, millete, bu ülkeye zararlıysa yürümeden yok edilsin'' sözlerini söyledi, sözlerinin başı ise şöyleydi "  

"Çocuklar bir defa genellikle hırsız. Bunun yanında çocuklara devamlı 'Anneniz yoğurt mayalıyor mu' diye sorarım. 'Evet, mayalıyor' diyorlar. Bir kere yoğurt bozuksa, mayası bozuktur. Aile ne ise, çocuğu odur. Bulunduğum çevreyi sokak sokak dolaştım. O kadar kullanılmayan ev var ki. Çocuklar köpek bakıyor. Orada soba yakmış oturuyorlar"

Aslında konu derin, konuşulacak çok şey var, bir çocuğun kendini, başta kendisine, ilaveten ailesine, vatana, ve milletine hayırlı evlat olarak yetiştirememesindeki asıl suçlu kim? 

Dünya'ya gelişinde hiçbir söz sahibi olmayan kendisi mi?
Onu yeterince koruyamayan ailesi mi?
Yetiştiği çevre mi?
Öğrenim gördüğü okul müfredatı mı?
Öğretmenleri mi?
Nasıl? ve Neler? okuyacağına karar veren kanun koyucular mı?

Bu soruların cevabı çeşitlilik içerir.

Evet, gerçek anlamda tıp gelişti,  1990'da başlayan "Human Genome Project"  13 yılın ardından 2003'de tamamlandı ve insan gen haritası çıkarıldı. Bilim adamlarının bu çalışması sayesinde sorun yaşayabilecek bireyin gelişimine embriyo safhasında, hatta çok öncesinde dahi müdahale edilerek karşılaşacağı kalıtsal hastalıkları engellenecek, bebeğimizin göz renginin mavi, saçlarının sarı, boyunun uzun, belki de arkadaşlarından çok daha zeki olabilmesini sağlayabileceğiz.  

Ancak hayatın kaynağına müdahale olarak görülen bu çalışma, etik ve ahlaki nedenlerden ötürü yoğun tartışma altında.

Gözlerden kaçan bir nokta ise bu tartışmanın çok daha önce Cengiz Aytmatov tarafından kaleme alınmasıydı. Ünlü Kırgız yazar "Kassandra Damgası" adlı kitabında bu konuyu işledi. Son zamanlarda gündemi hayli meşgul eden müdürün sözleri üzerine çok tartışma yapıldı ancak ünlü yazarın kitabı gözlerden kaçtı. 

Görevli olduğu Rus uzay istasyonunda dünyaya dönmeyi red ederek, uzayda ölmeyi seçen ve kendisine "Uzay rahibi" lakabını takan kozmonot "Filofey", son derece ilginç bir buluşa imza atar. Uzaydan gönderdiği özel ışınlar ile sadece kendisinin görebildiği bir olayın keşfi "Filofey" i heyecanlandırır. 

Filofey'in tüyler ürperten keşfi ise şudur, 

Anne karnında gelişimini sürdüren bebekler, ileride kendilerini bekleyen kötü kaderlerini hissederek doğmayı red etmekte ve bu isteğini de annesinin alnında beliren bir leke ile dış dünyaya ilan etmektedir.

Şimdi Filofey ne yapmalıdır?

Uzayda kalmayı ve uzayda ölmeyi seçmiş biri olarak dehşet buluşunu dünyaya açıklamalı mıdır?
Bu gerçek karşısında anneler'in tavrı ne olacaktır?
Kendi hızında dönen dünya, nasıl bir karmaşanın girdabına kapılacaktır?

Daha fazlasını anlatmaya, büyük ustanın yanında seçtiğim kelimeler kifayetsiz kalacağı için burada susuyor ve sizi müthiş anlatımıyla Aytmatov'un satırları arasında buluşmaya davet ediyorum.

ve Pink Floyd bizi yalnız bırakmıyor.




28 Şubat 2012 Salı

27 Şubat 2012 Pazartesi

I hate you today, maybe even a little more


Nefret ediyorum evet bugün nefret etme günüm, ama kimden?  hayır siz okuyucularım ve sevdiklerimden değil,

Onlardan... işte... bakın bakın buradalar....göremiyor musunuz?... doğru söylüyorsunuz...aslında o kadar küçükler ki... biraz yaklaşmamız lazım,  yaklaşın dostlarım,  yaklaşın birlikte izleyelim...

Siz bayım evet evet siz, çöplerini sokağa atan ve üstü üstüne gülen sizden

Elindeki cep telefonuyla marifetmiş gibi otobüste,sokakta bas bas konuşan yeni yetmeler

Kulağına küçük hoparlörü takıp dünyadan soyutlandığını zanneden, karşısındaki yaşlıya saygı göstermeyen siz veletler

Okumayan, okuduğum cümleyi "Bırak şimdi bunu " diyen zırcahiller

Hata yapmaktan korkan, anlamadığı halde  bahane uydurup durumu kurtarmaya çalışan, yüzü kızarmayanlar

Aldattığını zanneden kaybolmuşlar

Söylediği yalanın gözlerinden anlaşılmadığını zanneden kendini bilmezler

Sevdiklerinden vazgeçen sevimsizler

Emeğe değer vermeyen, anlamayan, üstelik anlamını bilmeyen siz basitçiler

Maskeliler, her gün yüzüne çeşitli maske takan ve üstelik "Sen de öyle yap" diyebilen, ahlaksızlar

Bir hayvanın sevgisini, masumiyetini kabul etmeyen, görmezden gelen inatçı kalpsizler

Karşısındaki nezaketi göremeyip, küçümseyen, dalga geçen, kendini büyüten bre akılsızlar

Kendi çıkarları uğruna en yakınına acımasız yüzünü gösteren siz benciller

İnsanı okuduğu okul ile değerlendiren, meziyetlerini öne çıkarma şansı vermeyen, siz oldum diyenler

Daha hangi yüzyılda olduğumuzu bilmeyip de kendine akıllı diyen ve üstelik hayatı öğretmeye kalkan kara cahiller

Bir sözü ile bitiririm, affetmem diyen siz kendini beğenmişler

Ne yaptıysa doğru yaptığını zanneden, kendini geliştiremeyen, ileri görüşlüler

Başkasının hakkına kolaylıkla el atıp kazandığını zanneden, yıkılmışlar

Bencil duyguları uğruna, başkasının hayalleri ile oynayan, şaklabanlar

Dünyadan bi haber sadece çevresinde yaşayan, at gözlüklüler

Hatasından özür dilemeyen, doğrucu davutlar

Sadece kazanmak için yaşayan, yarışan, kendinden iyisine saygı duymayan, psikopatlar

Ulaşamadığı şeyleri başkasında arayan, uğruna kendilerini teslim eden, yüzsüzler

Sanki kendi sorunu yokmuş gibi, karşısında kusur arayan edepsizler

Bisikletime uzay gemisi gibi bakan, ahmaklar

Televizyonu işe yaramayan diziler ile dolduran, fırsatçılar

Her şeyi bildiğini zannedip bol bol akıl dağıtan, şaşkınlar

Düşüncesizler,
Vicdansızlar,
Görmemişler,

her ne kadar yanlış insan varsa,

sizden nefret ediyorum

eğer bende bunlardan biriysem, bir an bile olmuş isem kendimden de nefret ediyorum

Nefret ediyorum ki, doğru yolu bulabileyim

Nefret ediyorum ki, yanlışa ortak olmayayım

Nefret ediyorum ki, aranıza girmeyeyim

Nefret ediyorum ki, insan kalabileyim


Bir Gizem'i seviyorum, kedimi

bir de Simge Fıstıkoğlu'nu

bir de kitaplarımı

bir de

"o"  nu...

7 Şubat 2012 Salı

Dünya dışı band'ler serisi #2

Dindar Gençlik makarna ile yetişti.



Yıl 1993

Arkadaşlarım ile mezun olacağım okulun bahçesinde basketbol oynuyoruz, para biriktirerek aldığım üç renkli Rucanor marka topu neşeyle çemberden geçirip bedensel ve ruhsal eğitimimize katkı sağlıyoruz arada sırada da çembere değmek için olanca gücümüzle zıplıyoruz, başaramadığımızı gören diğerlerinin rahatça çembere zıplaması birde üstelik tutunup asılı kalması sinirlerimizi bozuyor. Bir iki maç derken yoruluyoruz, açlığımız ve olanca susuzluğumuz daha fazla sayı yapmamıza engel oluyor, artık ara vermenin zamanı.

Derken bir arkadaşım heyecanla "Hadi abimize gidelim" diyor "Ne abisi?" diyorum "Senin abin yok ki". Diğeri söze karışıyor " İmran bizim bir abimiz var onun evine gidiyoruz, yiyoruz,içiyoruz birde güzel boğuşuyoruz ki oooo ne güzel hadi sende gel." Şaşırıyorum "Nasıl abiymiş bu yiyor,içiriyor,boğuşturuyor,çılgınca eğlendiriyor" İsteksiz davranıyorum ama koluma giren arkadaşlarımı kıramayıp peşlerine takılıyorum. Evimize yakın bir yer Libya Caddesinde bir dairenin kapısını aralıyoruz genç bir çocuk karşılıyor bizi yaşça bizden daha küçük İçeri geçip oturuyoruz, evde fazla eşya yok, iki, üç koltuk, bir kanepe. Bulduğum yere oturuyorum nede olsa birazdan fırtına kopacak yiyeceğiz, içeceğiz, coşacağız. Ama hiç ses çıkarmadan yerlerimizi  muhafaza ediyoruz beni getiren arkadaşlarım da öyle davranıyor. "E hani boğuşma" diyorum ve sus işaretiyle sesim kesiliyor. Odaya birkaç çocuk daha girip çıkıyor, burası bizim gibi gençlerle dolu. Derken salona davet ediliyoruz, ağbiyi orada görüyorum, çocukları çembere almış sohbet ediyor. Kulak kabartıyorum, dini konular. İlginç bir ortam tüm bu çocukları burada toplamak, disipline etmek,sohbete katmak. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefat ettiği gün Kocatepe Camii'sinden selası veriliyor, ruhuna hep birlikte dua ediyoruz. 

Derken büyük bir tencere içerisinde makarna geliyor salonun ortası şimdi daha hareketli. Bağdaş kurmayı pek beceremediğimden bir sağa bir sola yıkılarak yemeğe eşlik ediyorum, servisi pek beğenmedim doğrusu. Yemeğimiz bitiyor. "Ellerinize sağlık" derken yeni bir hareketlilik başlıyor. Başımızdaki ağbimiz  "Hadi bakalım abdeste" diyor. Sorgusuz herkes talimata uyuyor, beni getiren arkadaşlarımla göz göze geliyor ve hemen ayrılıyorum. Boğuşmak, coşmak için geldiğimiz yer den bol bol aydınlanarak geri dönüyorum, harçlığımı biriktirerek aldığım basketbol topumu dahi unutarak.

O gün arkadaşlarımın beni götürdüğü yer "Işık evi" denen yerdi. Gençler toplanıyor, hatta ve hatta okullarından alınıyor, el pençe divan ağbinin peşine takılıyor. Dini sohbetler eşliğinde gencecik beyinler ne amaçlar uğruna harcanıyor, doğru bilinen yanlışlarla dolduruluyor. Kim bilir nasıl bir örgütlenme, kaç ev, kaç çocuk barındırdı, kaç çocuk bu ortamda boğuşturuldu?

Bu güzel dinim, tertemiz,saygı, sevgi güzellikler ile dolu dinim nasıl çirkin bir hale sokuldu? 

İşte o günkü arkadaşlarım şimdi aramızda bizleri yönetiyor, hakim, savcı, doktor, avukat, memur vs.... 

Makarna ile yetiştiler, sözlü edebiyat ilk ve son  kitapları oldu, öyküler düşüncelerini etkiledi, ağbileri gözlerini kapadı. 

Talimat ile yaradanın yüce huzuruna çıkarak temizlendiklerini zannettiler.

Din Kültürü  10
Ahlak Bilgisi 0

insanlar oldular.